BİR SÖZLÜ TARİH ÇALIŞMASI (Toplumsal Tarih Dergisi, Eylül 1997)
HEREKE’DE DEĞİŞİM
ESRA ÜSTÜNDAĞ - SELAMOĞLU
Bu çalışmanın başlangıç noktası 1993 yılında tarih yöntemleri isimli ders kapsamında hazırladığım Aile Tarihi genel başlığı adı altındaki bir dönem ödevi oldu. Annem ve babamla yaptığım bu çalışmada dikkatimi çeken iki nokta vardı. Birincisi Hereke’de 1930’lu yıllardan başlayarak 1950’li yılların başlangıcına değin Sümerbank Fabrikası’nda çalışanlar ile Sümerbank Fabrikası’nda çalışmayanlar (küçük esnaf ve balıkçılar)arasında özellikle yaşam standartları ve sosyal statü açısından belirgin bir fark olduğu,diğeri ise Sümerbank Fabrikası çalışanlarının da 1950’lerden itibaren yine yaşam standartları ve sosyal statü bağlamında olumsuz yönde bir değişim süreci yaşadıklarıydı. Buradan yola çıkarak, bir sözlü tarih çalışması çerçevesi içinde bu gözlemin Hereke genelinde doğrulanıp doğrulanamayacağını, eğer doğrulanıyorsa bu değişimin nedenlerini sadece kişilerin anlatılarına Hereke’de geçirdikleri kısa ya da uzun döneme dair düşüncelerine,bu dönemde yaşadıklarına dayanarak anlamak istedim.
Bu makalede görüştüğüm kişilerin anlatılarına dayanarak “1940’lı yıllardan itibaren Hereke siyasi,toplumsal ve ekonomik açıdan nasıl bir değişim yaşadı?” sorusunun cevabını bulmaya çalışacağım. Bu çalışmayı daha kapsamlı bir projenin ilk aşaması olmak üzere sözlü tarih metodu kullanarak ve bu nedenle sadece anlatılanlara dayanarak hazırladım. Çalışmanın diğer kaynaklardan da yaralanılarak zenginleştirilmesi ve bu şekilde yeniden kurgulanmasını ise bir sonraki aşamada gerçekleştirmeyi düşünmekteyim.
GÖRÜŞÜLECEK KİŞİLERİN SEÇİMİ
Görüşeceğim kişileri seçerken öncelikle sayıları ve cinsiyetleri üzerinde durdum. En fazla yirmi kişi ile görüşebileceğimi ve kadın-erkek sayısının birbirinden çok farklı olmaması gerektiğini düşünüyordum, ayrıca seçtiğim dönemle ilgili bilgi verebilmeleri açısından bu kişilerin çoğu altmış yaşını geçmiş olmalıydı. Sonuçta en yakın çevremden başlayarak 12’si 65-75 yaş arasında 2’si 38 ve45 yaşında, biri 86 yaşında olmak üzere toplam 15 kişiyle (7 kadın,8 erkek). 1995 yılının temmuz ve eylül aylarında görüştüm.
13’ü 65 yaşın üzerinde olan 5’i 1944-47 yılları arasında Hereke’ye gelip 20ile 30 yıl arasında Hereke’de yaşayıp daha sonra ayrılmışlar. Hereke’de doğmuş olan 5 kişiden biri 18 yaşında evlenerek ayrılmış,bir diğeri ise 50 yaşında İstanbul’a taşınmış fakat Hereke’de çalışmaya devam etmiş. Hereke’ye 5 yaşında gelen bir kişiyle birlikte toplam 4 kişi ise halen Hereke’de yaşamaya devam ediyor.1950 ve 1957 Hereke doğumlu olan 2 kişi de halen Hereke’de yaşıyor.
Bir diğer dikkat ettiğim nokta da “Sümerbanklı “ olanlarla olmayanların oranıydı. Bu bağlamda görüştüğüm kişilerden “Sümerbanklı “ olan grupta 6 kişi (2 kadın 4 erkek) Sümerbank’ta çalışmış, 2 kişi ise Sümerbank’ta çalışanların eşi olmaları nedeniyle bu toplulukta bulunmuştu. “Sümerbanklı “ olmayan grupta ise belirlenen dönemde Hereke’de İlkokul öğretmenliği yapan 2,terzi olarak çalışan 1,erkek berberi olan ve halen de bu işi sürdüren 1 ve ev hanımı olan 2 kişi yer aldı.
“Sümerbanklı “ olmayan grup içindeki bir kişiye, eşi Sümerbank’ta çalıştığı halde kendisini “kesinlikle Sümerbanklı gibi hissetmediği “ için bu grupta yer vermedim. Sümerbank Fabrikası çalışanlarını (8 kişi) da kendi aralarında mevkilerine göre (işçi,memur,şef,müdür gibi)bir ayrıma tabi tutmadım. Görüştüğüm grubun sayısının sınırlı olması ve görüşmeleri geçmişten gelen tanışıklıklara dayanarak başlatıp bu şekilde devam ettirmem nedeniyle böyle bir ayrım yapmamakla birlikte fabrika içindeki konumlarına bağlı olarak işçilerle yüksek seviyeli memurlar arasında kendilerini ve birbirlerini algılayışları açısından fark olup olmadığını,varsa ne gibi farklılıklar olduğunu anlayabilmek için daha geniş bir grupla çalışıldığında böyle bir ayrım yapılması faydalı olabilir.
Anlatıların hem Türkiye genelinde nereye oturduğunu hem de bu siyasi, toplumsal gelişmelerin Hereke’de yaşayanların gözünden nasıl görüldüğünü, nasıl yorumlandığını, neler hissedildiğini anlamak, değerlendirme aşamasında karşılaştığım” neyi anlatmak” şeklinde ifade edilebilecek zorluklardı.Ayrıca düşünce düzeyinde çok vaktimi alan bir diğer sorun da tüm bu anlatıların “nasıl” söze döküleceği idi. ”Anlatıcıların Sözleriyle Hereke” şeklinde adlandırılabilecek bu bölüme Hereke’nin coğrafi konumuyla başlamanın faydalı olacağını düşünüyorum.
İzmit Körfezi’nin kuzey kıyısında yer alan ve dağlarla deniz arasında sıkışan Hereke İzmit’e 27 km İstanbul’a 65 km uzaklıkta.Yerleşime elverişli bölgeleri ise, tepeler kıyının hemen ardından yükseldiği için ancak derelerin dar çevreleri ve denize yakın deltalar.
1871’de Haydarpaşa – İzmit demiryolunun açılışına kadar sadece deniz yoluyla ulaşımın mümkün olduğu Hereke’de bu tarihten itibaren kısıtlı tren seferleriyle de olsa demiryoluna sahip olma ayrıcalığı yaşandı ve 1954 yılında karayolunun yapımına kadar tren en etkili ulaşım aracı olmaya devam etti. Anlatıcılardan Sabahat Bursalı, hafta sonları gittikleri İstanbul’dan Hereke’ye dönüşlerini “altı trenine yetişeceğiz diye koş,koş,koş: çünkü başka vasıta yok ondan sonra …” sözleriyle anlatıyor.
HEREKE İMAJI
Anlatıcıların en yaşlısı olan ve 1932’den beri Hereke’de terzilik yapan İrfan Akacık’ın hatırında” hepsi 750 nüfusu “olan,etrafta Hıristiyan çetelerin,Yunanlıların,İngilizlerin olduğu,seferberlikten önce “Rum olduğu halde çoook Herekelilere, köylülere” yardım eden Mihal’in ekmek çıkardığı bir Hereke var.Seferberlik ve Milli Mücadele yıllarında babası tarafından Tosya’ya gönderildiği için bu dönemdeki Hereke’yi hatırlamıyor.
1945 yılında Hereke’ye Ankara’dan gelip memur olarak Sümerbank Fabrikası’nın muhasebe bölümünde çalışmaya başlayan Müjgan Pekgirçek için ise Hereke “o zaman küçük çok şirin bir yerdi,aynı İsviçre kantonları gibiydi....”
1926 yılında 5 yaşındayken Hereke’ye gelen ve Hereke’yi o dönemde “Türkiye’nin en modern köyü” olarak niteleyen Müfit Teoman Hereke’nin nüfusunun “demiryolunun altında” olduğunu, demiryolu üzerinde ise “üç-beş tane ev mevcut” olduğunu hatırlıyor.
1953 yılında gelip üç yıl süreyle kalan Süleyman Bursalı da Hereke’yi “sadece aşağı Hereke’den yani fabrikadan ibaret küçük,sakin bir köy “ olarak nitelendiriyor.
1929’da Hereke’de doğmuş olan ve halen Hereke’de yaşamakta olan Ahmet Yumuk ise elli yıl önce asıl Hereke’nin bugün Yukarı Hereke adıyla bilinen yer olduğunu, Hereke’nin ise o dönemde “Yalı” olarak adlandırıldığını özellikle vurguluyor.
Anlatıcıların çoğu Hereke’nin bugün çok kalabalıklaştığında birleşiyor ve bu nüfus artışının en önemli sebebinin doğudan batıya göç olduğunu düşünüyorlar;diğer sebepler ise Nuh Çimento Fabrikası’nın kurulması, Hereke ve etrafının sanayi bölgesi olması:
Diliskelesi’nde belki otuz tane fabrika var,orda çalışanların bir kısmı geldi Hereke’de ev yaptı,Hereke’den ev aldı ve bugün Hereke’nin nüfusu 20.000 falan vardır sanırım, buraya kadar geldi. Zaten Hereke coğrafi olarak böyle fazla yapıya da müsait değil,dağlarımız taşlarımız işte ev oldu.
Sözleriyle Hereke’nin bugünkü durumundan memnun olmadığını vurgulayan Ahmet Yumuk ‘a katılmamak elde değil. “Dağların taşların ev olması” ise gözle görülebilen bir gerçek. 1970’de en yüksek binası üç katlı bir “apartman” (!), olan, lojmanlar dışında tek ve çift katlı müstakil evlerin bulunduğu Hereke’de aradan geçen zaman içinde çarpık sanayileşmeden payına düşeni almış görünüyor. Halil Vardar’ ın anlatımıyla:
Sahil şeridimiz doldu, dolgusu en az 100 m, denizimiz, tabiatın dengesi bozuldu.Elektrikli hat geçti, Devlet Demiryolları en az on bir tane ulu çınarımızı kesti. Karayolu, otoban geçti 170 hanemiz istimlak edildi. Yani Herekeliler Hereke’den başka yere taşınmak zorunda kaldılar.
Müjgan Pekgirçek ise elli sene önceyle şimdiyi kıyaslamıyor bile, o da Ahmet Yumuk gibi “dağlarda tepelerde evler” olduğunu vurgulayarak “o Hereke yok artık, başka bir Hereke…..” sözleriyle değişimin Hereke’yi olumsuz yönde etkilediği görüşünü destekliyor.
SÜMERBANK FABRİKASI’ NIN HEREKE YAŞAMINDAKİ YERİ
Ankara’ ya gidişlerinde bandoyla uğurlanıp,dönüşte bandoyla karşılanan, esnafın arasından geçerken herkesin ayağa kalkarak selamladığı, elinde kırbaçla sabahları evlere girip çıkarak bahçeleri denetleyen fabrika müdürünü Müfit Teoman “bir nevi vali gibi”, Müjgan Pekgirçek “hem belediye reisi, hem fabrika müdürü, hem her şey …. Reis-i cumhur kısacası”. Mümin Pekgirçek ise “Hereke‘nin sahibi gibiydi” şeklinde tanımlıyor.
Toplu Sünnet Düğünü Geleneği
İrfan Akacık’ın :
Efendim ben on iki yaşındaydım, oniki yaşından evvel padişah tarafından güzel güzel sünnet düğünleri olurdu, ortaoyunları yapılırdı meydanlarda …
diyerek başlangıcını Osmanlı İmparatorluğu dönemine dayandırdığı ve daha sonra müdürleri tarafından da devam ettirilen bir sünnet düğünü geleneği görülüyor.
Nafiz Üstündağ’ın
1935 senesinde Hereke’de muhteşem bir sünnet düğünü olmuştu. Elli sekiz tane talebeyi müdür Kenan Sidal sünnet ettirdi, herkese hediyeler verdi, ondan sonra güreşler oldu, karagöz oynadı. Çok güzel sabahlara kadar üç gün üç gece eğlence oldu….
sözleriyle tanımladığı toplu sünnet düğünlerine ait son bilgi halkasını Halil Vardar da “Fabrika’nın ananevi yaptığı bir sünnet düğünü vardı yıllarca….fakat şu son altı yedi senedir kesildi…” diyerek tamamlıyor.Fakat 1995 yılının temmuz ayında Hereke Belediyesi’nin tekrar toplu sünnet düğünü yapmak üzere kayıt almaya başladığını da ekliyor sözlerine.
Sinema: Sümerbank Sineması, Büke Sineması, Orta Sinema, Kirazlı Sinema
Anlatıcılara göre özellikle 1950 öncesi dönemde ve 1960’lı yılların sonuna kadar Hereke’nin sosyal yaşamı Sümerbank ve Sümerbanklılar tarafından şekillendiriliyor. En önde gelen eğlence ise 15 anlatıcıdan 10’unun üzerinde durduğu sinema… Fakat sinema denince herkesin canının istediği zaman gittiği bir yer gelmemeli akıllara. Nitekim “ öyle önüne gelen istediği yere gidip giremezdi” diyen Müjgan Pekgirçek’in aktardığına göre ,bedava oynatılan filmler için memur ve işçilerden yüzde 1 kesiliyor,renkli kart veriliyor herkese ve o kartlar rengine göre birinci ikinci,üçüncü gece şeklinde ayrılıyor.Yüksek memurlar birinci, orta memurlar ikinci,işçiler üçüncü gece gidiyor sinemaya. Her ne kadar bazı anlatıcılar işçilerle memurlar, yerli halkla Sümerbanklılar arasında ayrım olmadığını söyleseler de sadece bu kadarı bile bir ayrım olduğunu anlatmaya yetmez mi?Bu ayrımın bir başka göstergesi de işçi ve memur yemekhanelerinin ayrı oluşu.
Hereke doğumlu olan Bergüzar Doruk 18 yaşında evlenip Ankara’ya gidene kadar Hereke’de yaşamış. O dönemde bir gün annesi ve arkadaşlarıyla yanlışlıkla memur gecesinde geldiği için sinemaya alınmadıklarını, fakat annesi fabrika müdürünün eşini tanıdığı için (Kenan Sidal’ın eşi Masume Hanım) ona telefon ettiklerini ve bu şekilde sinemaya girebildiklerini anlatıyor.
Haver Üstündağ da sinema gösterimlerindeki ayrımı vurguluyor ;
Sümerbank mensubu olarak ayrıcalık vardı…Sinemaları gecelere ayırmışlardı. Mesela oranın halkı, esnafı diyelim bir gece gider, Sümerbanklıların da başka geceleri vardı…ayrı gecelerde gidilirdi.Hiçbir zaman Hereke’nin yerli halkıyla, Sümerbank mensubu aynı anda gitmezdi sinemaya…. Sonra işte tiyatrolar, geceler, eğlence geceleri, cazlar, sazlar, onlar hep böyle Sümerbank mensubunaydı daha ziyade.
İrfan Akacık sinemanın ilk önce “mektebin içinde” kurulduğunu, daha sonra fabrikanın içine,yazlık bahçeye alındığını anlatıyor.Nafiz Üstündağ da ilk sessiz sinema gösterilerinin ilkokul binasında yapıldığını, Lorel Hardy filmlerinin, Mısır filmlerinin gösterildiğini aktarıyor.
Halen Hereke’de yaşayan Serap Özgen de özellikle çocukluk ve ilk gençlik dönemlerinde sinemanın hayatında çok önemli bir yeri olduğunu ;
En büyük eğlencemiz sinemaydı, hemen hemen haftada bir salı akşamları, bir perşembe akşamları film değiştiği zaman gitmem şarttı.
sözleriyle aktarıyor. Serap Özgen’in anlatısında cumartesi günleri sadece “bayanlar” ın alındığı matine çıkışlarının 1970’ li yılların Hereke’sinde genç kızlar ve erkeklerin birbirlerini yakından görebildikleri en önemli yer olma özelliğinden de bahsediliyor:
Herkes bayram gibi en şık kıyafetlerini giyer, en güzel süslerini yapar....Aynı böyle bir podyumda yürür gibi kızlar yürürdü,erkekler kenarda dikilirdi.Herkes sevdiğini cumartesi günü görürdü.Konuşma olmazdı,sadece bakışma olurdu.
Halil Vardar sinemaların yaşamındaki yerini şöyle anlatıyor:
Mesela Hereke’de dört tane sinema vardı. Yazlık sinema, birisi fabrikanın sineması, üç tane de özel sinema vardı ki halk takip ederdi.Böyle her gece değişik sinemaya giderdi halk.Öyle ayarlamışlardı ki o dört sinema, üç günde bir film değiştirirlerdi.Üç akşam sinemaya gitmek zorunda kalırdık. Şimdi maalesef yani biz sinemayı falan unuttuk.
Sosyal Yaşam : Çay Bahçeleri, Fabrika Lokali, Bayramlar, Balolar,Spor
Henüz televizyonun evlerin başköşesine yerleşmediği dönemde sinemaların olduğu gibi çay bahçelerinin, 'Sümerbank Fabrikası’na ait olan “lokal”in ve resmi bayramlardaki baloların özel bir yeri var sosyal yaşamda. Müfit Teoman herkesin beklediği baloları ve esintisi bol çay bahçelerini şu sözlerle anlatıyor:
Gayet güzel sahilde bahçelerimiz vardı, gene var ama artık eskisi gibi değil. O zaman Çınarlı Bahçe dediğimiz zaman, Çamlı Bahçe dediğimiz zaman hakikaten giderdiniz, kuzeyden de rüzgâr eser... Şimdi hepsini taş yığınları kesti. Şimdi sahile oturup bunalıyorsunuz. O zaman öyle değil boğazlardan estiği zaman oooh. aksam fabrikadan çıkarsınız o çınarın altında bir demli çayınızı içersiniz. Çamlı Bahçe daha güzel, Çamlı Bahçe’de balolar verilir, orkestralar çalar, ne bileyim her tür eğlence yapılırdı. Her bayram, bir kere 23 Nisan balosu, 30 Ağustos balosu, yılbaşı balosu, Cumhuriyet balosu... Simdi bayram mıdır seyran mıdır belli değil. Herkes beklerdi evvelce bunu. "Aman bir bayram olsa da balo olsa da gitsek eğlensek."
Müfit Teoman anlatısının bir başka yerinde ise bu balolara "herkesin iştirak edebildiği"nden bahsetmekle birlikte hemen ardından "herkesin haddini bildiği”nin de altını çizerek Hereke ve Sümerbank içindeki statü farklılıklarını da vurguluyor.
Ahmet Yumuk da elli yıl önce Hereke 'de güreşten kürek yarışlarına kadar çeşitli spor faaliyetlerinin yer aldığından ve Çamlı Bahçe'den bahsediyor:
Elli yıl önce Halkevleri vardı, oralarda ben eldiven giydim boks yaptım çocukluğumda. güreş minderleri, caz vardı, okulda piyano vardı o devirde ve Çamlı Bahçe dediğimiz yerde ışıklandırılmış, caz çalar. Sümerbank mensupları dans ederlerdi... Hereke halkı katılamazdı. Sümerbank'ın memurları daha ziyade, işçisi bile katılmazdı, memur-işçi ayrımı vardı... Futbol vardı, biz burada Fenerbahçe’yi. Galatasaray'ı yenmiştik o zamanlar. Nizami bir futbol sahamız vardı... Kürek yarışları olurdu Hereke'de o zamanlar ve Hereke’nin Türkiye çapında çok kupası vardır.
İrfan Akacık 16 yaşındayken Hereke'de spor kulübü olduğundan ve kendisinin de takımda yer aldığından bahsediyor. Anlatılardan özellikle su sporları ve futbolun Hereke'nin geçmişinde önemli bir yer tuttuğu belli olmakla birlikte bu tür spor faaliyetlerinde sadece erkeklerin adı geçiyor. Nitekim bu durum Müjgan Pekgirçek tarafından vurgulanıyor:
Fabrika'nın çok güzel tenis sahası vardı. Herkes değil ama giden gidiyordu, daha ziyade erkekler... Biz hanımlar hafta sonu. yazın akşamüzeri yürüyüş yapardık: Tavşancıl’a. Yukarı Hereke’ye giderdik, Bacalı’ya, Kirazlıyalı'ya giderdik... Yarımca’ya kadar yemekler elimizde yürürdük! biraz da mecburiyetten. Hem meyve yerdik, top oynar, ip atlar eğlenirdik. Erkekler futbol oynardı. Yaşlılar, gençler ayrı ayrı oynardı. Muhasebe Ticaret'le. Ticaret Muhasebe’yle oynardı. Hereke nin yelkenleri vardı, o zaman da vardı. Meraklı olanlar yapardı, içerde çalışan kızlar pek yapmazdı. Biraz daha mutaassıptı. Ne kadar Avrupai idi diyorsam da yine mutaassıplık vardı.
Hafta sonları ve akşamları neler yaptıklarını sorduğumda Mümin Pekgirçek Hereke'de üç önemli yer olduğunu söyleyerek başladı söze:
Şimdi Hereke'de üç tane, üç önemli yer vardı: bir tanesi yattığınız, ikamet ettiğiniz, ev, lojman. Bu ekseriya Hereke Fabrikası’ndaki memurin, teknik, şef gruplarına tahsis edilen binalardı bunlar, orada geçiyordu bir. ikincisi sabahleyin fabrikaya gelinir evden, fabrikada mesai saatiyle çalışılır, üçüncü bir nokta vardı. lokal. O gün lokale gitmezseniz o zaman, orada ne bileyim ben, hendremi, bezik yahut da briç oynamazsanız, tavla oynamazsanız tavla, o gününüz geçmedi sayılır. -Kattiyeeen... Mecbursunuz yani oraya, lokale gideceksiniz.
Lokali "Hereke’nin asıl eğlencesi" olarak tanımlayan Süleyman Bursalı da Mümin Pekgirçek gibi herkesin mesai sonunda lokale gittiğini, orada oyun oynandığını, oturulup konuşulduğunu, bir de Sümerbank memurları arasında ev gezmeleri olduğunu belirtip "biraz daha eğlence isteyen trene biner İstanbul'a gelirdi" diye tamamlıyor sözlerini.
Nitekim Bergüzar Doruk "eğlenceyi çok sevdikleri için" ablası ve amcasının oğluyla İstanbul'a geldiklerini şöyle anlatıyor:
Eğlenceyi çok severdik. Onun için arada bir İstanbul'a gelirdik. Ablam da biraz büyüdü, ben de biraz yetişkin oldum, abim bizi, amcamın oğlu. o da sazı sözü çok severdi, yalnız, gitmemek için bizi de alır. biz de gelirdik İstanbul'a, çok gelirdik. Maksim’e gelirdik. Kristal’e gelir, orla çok güzel Mualla Gökçay, Safiye Aylalar, Hamiyet Yücesesler şarkı söyler, o masanın önüne doğru, abimin önüne gelirlerdi.
Lütfiye Yumuk da anlatısında Çamlı Bahçe’ye yer veriyor:
Şimdi su meslek lisesi ve lise olan yere Çamlı Bahçe denirdi, havuzu vardı ve çok güzel çam ağaçları vardı. Onların dibinde, altında yani ağaçların altında düğünler, sünnetler yapılırdı. Oralar gazinoydu, Hereke o şeysini. okul yapılınca o güzelliğini kaybetti.
Müjgan Pekgirçek de mehtapta dans ederek, şarkılar türkülerle bütün Hereke'yi ayağa kaldırdıkları günlerden bahsederek ekliyor:
Şimdiki gençler, siz yılbaşı balosu, cumhuriyet balosu hazırlığı yapmıyorsunuzdur herhalde. Biz çok özen duyardık özellikle cumhuriyet balosuna... Ankara'dan emir gelirdi Atatürkçülüğü daha insanın içine sokmak isliyorlardı herhalde. Sonra bu Demokrat Parti çıkınca o balolar, malolar tavsadı. Yine yapılıvo ama mecburiyet yok. ama o zaman mecburiydi yani Halk Parti zamanında cumhuriyet balosu mecburiydi. ama Demokrat Parti zamanında bir alışkanlıktı. öyle yapılırdı. Biz para toplardık aramızda ama o zaman hakkaten bir nezahat vardı.
Haver Üstündağ ise "fazla bir eğlence olmadığını" belirterek ekliyor.
Büyükler gece toplanırlardı kendi aralarında, sohbet ederlerdi, oyunlar oynarlardı isle onlar öyle. bizler de kendi aramızda oynardık, saklambaçtı, denize girmekti falan o tip şeyler.
Bayram kutlamalarına gelince. Süleyman Bursalı gibi "fazla bir şey olmadığını" düşünenler varsa da genel kanı geçmiş resmi bayramların daha "görkemli" olduğu, dini bayramlarda ise fazla bir değişiklik olmadığı yönünde. 23 Nisan'da rengarenk giyinen "çocukların üzerine bahardan çiçekler yağmış gibi" olduğunu söyleyen Serap Özgen:
Dini bayramlarımız aynı... bugünkünün aynı.. Kurban bayramı’nda kurbanlarımızı keserdik, sabah namazı olur. işte büyükler küçükler gelir gider. onlarda bir değişiklik yok ama öbür bayramlarımızda geceleri fener alayı olurdu Cumhuriyet bayramında gündüz Kırklareli'nden çok güzel çalan davulcular gelirdi...
diyerek 'şimdi hiçbir şey"in kalmadığını ekliyor.
Ahmet Yumuk resmi bayramları ve dini bayramları şöyle tanımlıyor:
Bayramlarda, resmi bayramlar daha hareketli, daha görkemli olurdu. Bir Cumhuriyet Bayramında o zamanın, havai fişekleri atılır, iki gün evvelinden defne dalları dağlardan kesilir, bütün esnaf, bütün dükkanlar defne dallarıyla süslenir. Türk bayraklarıyla. kağat bayraklarla, kâğat fenerlerle, içinde mumlar yanar, gece alaylar, fener alayları yapılır, öyle bir durum vardı. Çok önem verilirdi, mesela ben İstiklal Marşı'nı güzel söyleyenlerden bir öğretmenim ve ben söyletirdim okulumda, 'şu istasyona da nöbetçi çocuk dikerdim, istiklal Marşı söylenirken yürüyen bir saygısız olursa onu durdururdum, şapkasını çıkartmayan bir cahil olursa, şapkasını çıkarttırırdım. O kadar da bir salahiyetimiz vardı ve cumhuriyete... Biz cumhuriyet çocuklarıyız, cumhuriyete çok bağlı insanlarız, herhalde ondan olacak ki... Bugün o sevgiyi saygıyı da göremiyoruz... Dini bayramlarda, mesela Şeker Bayramı’nda camiden çıktıktan sonra herkes birbirleriyle bayramlaşır, çocuklar ellerine birer mendil alırlar, şeker toplarlardı, akide şekeri dediğimiz şekerdi o günün itibar gören şekeri, çocuklara onlar verilir, bazı kişiler para da verir, bayram öyle geçer. Kurban Bayramı'nda imkanı olan kurbanını keser, konusuna komşusuna et verir yani ''Küp için kavurma Allah için kurban” değil de konu komşu için kesilirdi.
Sümerbank Fabrikası'nda bayram namazından sonra bir bayramlaşma tertip edildiğini belirten Mümin Pekgirçek bu bayramlaşmanın "ekseriya lokalde olduğunu" vurguluyor ve ekliyor:
Lokalde bütün şefler, müdürler gelirler, işçiler de. namazdan sonra hepsi gelirler orada bayramlaşılır. O bayramlaşmadan sonra tabii gine Hereke'de komşular arasında bayramlaşmalar olur.
Dini ve resmi bayramlar dışında Hereke ahalisinin de katıldığı ve Yukarı Hereke'de kutlanan yerel bir bayram da Hacet Bayramı. Kazanlarla etlerin piştiği, yufkaların açıldığı, pilavların "döküldüğü" ve etle pilavın yufkaya sarılarak çatal, bıçak ve kaşık kullanılmadan yenildiği, yağmur dualarının yapıldığı bu bayramı Serap Özgen şöyle anlatıyor:
"Hacet Bayramı Hereke'de 19 Mayıs'ta oluyordu ama simdi herhalde onun da tarihi değişti... Yukarı Hereke var bizim burda köyümüz, onun yaylası var. Yaylada çıkılır, bütün köy halkı yani Yukarı Hereke’nin halkı evlerinde büyük böyle kazanlarla pilavlar pişirir, hazır yufkalar açıyolar kendileri... Orda işte at yarışları olurdu... Yağmur duasına çıkılırdı o gün.
Bergüzar Doruk da Hacet Bayramı'nın 'yağmur yağmadığı zaman" yapıldığını, 'kesilen koyunların parasını belediye’nin bütün köy halkından" topladığını ve pilav piştikten sonra orada bulunan yatırın etrafında dua edilip sonra pilav yendiğini ekliyor.
Bayram olmasa da “bayram gibi" kutlanan, “kırların bahçelerin darbuka sesinden geçilmediği ateşlerin yakıldığı başka gün de Hıdrellez Hereke’de... "Hıdrellez’i özellikle çok güzel yaptıklarını belirten Müjgan Pekgirçek deniz kemarına indiklerini, süt ve simit alıp yediklerini, taze soğan keserek birine “sefa” diğerine “cefa” adını verdiklerini “sefa" uzarsa o yılın sefalı geçeceğine "cefa" uzarsa da cefalı geçeceğine karar verdiklerini anlatıyor ama bunu kendi için uygulamadığını da ekleyerek 'korkarım öyle şeyden, gidip eğlencelere katılırdım sadece" diyor.
Bergüzar Doruk da gül ağacına iplik bağladıklarını, küp içine akşamdan yüzük, bilezik atıp "gül ağacının dibine" gömdüklerini, köyün delikanlıları bu küplerden birini bulacak olursa da kızların bahşiş verdiğini anlatıyor. Taze soğan kesip yılın nasıl geçeceğini aynı yöntemle tahmin ettiklerini de belirterek sabah erken saatlerde kalktıklarını ve koşup koşup ".şismanlıyim ' diye ağaçlan kucakladıklarını anlatıyor. Söyledikleri manilerden de örnek veriyor:
Karanfilin nazına
Ölüyorum yoluna
Canım feda ederim
Sevgilimin yolunaKaranfilin et beni
Saksılara dik beni
Akşam sabah tımar et
Açılayım da kok beniÇEVRE VE DEĞİŞİM
Doğa – Deniz – Motor Gezileri – Piknikler
Anlatıcıların yarıdan fazlası otuz kırk yıl önce motorla yapılan gezilerden ve pikniklerden, denizin güzelliğinden, temizliğinden, balıkların bolluğundan ve çeşitliliğinden bahsederken “Körfez’de çok yanlış bir planlama sonucu kurulan sanayi tesislerinin çevre korumayı nazara almamaları sonucu Körfez’de tam bir yıkım” yaşandığını anlatan ve “Ne balık kaldı ne de güzel bir deniz” diye ekleyen Cemal Artar gibi çevrenin ve doğanın bu şekilde yıpratılmasından üzüntü duyuyorlar.
Ahmet Yumuk çocukluğunda büyüklerin setten denize bakarak 15-20 metre ileride kefal balıklarının pırıltısını gördükten sonra yavaşça indiklerini ve sine sine giderek serpmeyle kefal yakaladıklarını hatırlayarak ekliyor:
Bu kadar temiz ve berraktı. Bugün kayıklarımız bile duramıyor denizde. Bugün boyuyor ve indiriyoruz yarın simsiyah oluyor. Bugün en az on çeşit balık yok olmuştur denizimizde. Istakoz çıkardı Hereke’de, barbunya, lüfer, kılıç…
Nafiz Üstündağ da derenin içine girip ağ attıklarını ve tekir, barbunya, mercan balıklarını alıp kalanları denize attıklarını, Marmara denizinin akvaryum gibi olduğunu belirterek, 1938’den önce en ucuz yiyecek maddesinin “çok çıktığı” için balık olduğunu vurguluyor ve hatırladığı fiyatları şöyle sıralıyor:
Etin kilosu 10 kuruştu, peynirin kilosu 10 kuruş, zeytinin kilosu 20 kuruş. En çok çıkan şey balıktı o zaman. Torik balıkları vardı, dört kilo, beş kilo 10 kuruş, 15-20 kuruş, hele bir zamanlar çok çıktı. Karaya vurdu torik balığı. O beş kiloluk torik balığını 5 kuruşa sattılar tanesini.
“Evvelce” evde soyunup denize girdiklerini, şimdi ise parmaklarını bile sokamadıklarını belirten Müfit Teoman:
İstanbul’dan dahi Hereke’ye yazlığa gelirlerdi. Ankara’dan yazlığa gelirlerdi. Şimdi Herekeliler Bodrum, Marmaris, Alanya filan gidiyorlar yaz devresinde. Bunun sebeplerinden biri Körfez’de sanayinin çoğalması ve denizin kirlenmesi, dolayısıyla doğanın yok oluşu.
İrfan Akacık piknikleri ve motor gezilerini şöyle anlatıyor:
Karamürsel’de Defne vardı. Orası gayet güzeldi. Motorla aileler, herkes yemeklerini alır karşıya giderler. Orda deniz kumluk. Çoluk çocuk herkes denize girerdi aileler de girerdi ama o zamanın zamanında böyle şimdiki gibi değil biraz kapalı girerlerdi.
Yüzerken hep denizin içine baktığını belirten Şermin Gönenç:
Ne kadar güzel balıklar, şeyler görürdük. Yemyeşil böyle deniz, yosunlar içinde fakat Fabrikalar kurulduktan sonra bütün yosunlar kurumuş. O midyeler, o istiridyeler hepsi taşlara yapışık olarak dururdu, onlar hepsi taşlardan kopmuşlar, belli ölmüşler, suyla beraber gidip geliyorlar.
diyerek denizin "mahvolduğunu" ekliyor sözlerine.
Sapanca'ya ve Pendik'e çalışan "tenezzüh trenleri"nden bahseden Nafiz Üstündağ "gidiş geliş 32 kuruş" olan bu trenlerin herkesi gezmeye, eğlenmeye götürdüğünü, ağaç altlarında piknik yapıldığını ve akşam aynı trenle dönüldüğünü aktarıyor.
Mümin Pekgirçek de motorla "karşı kıyılara" yapılan gezileri şöyle anlatıyor:
Cumartesinden motorlar tutulur karşıya, Karamürsel. Ulaşlı. Değirmendere filan oralara geziler tertip edilir ve bu geziler tertip edilirken de fabrikanın gıda dağıtım servisleri yemekler, kumanyalar hazırlar. ondan sonra dondurmalar hazırlanır... Bütün koyu gezerdik hatta o zamanlar motorla giderken Körfez'de yunus balıklan vardı, motorun arkasına gelir ben yüzükoyun yatardım, yunuslarla beraber yarış ederdik... Hereke'de gayet güzel barbunyalar ve ıstakozlar tutulurdu ama öyle güzel ıstakozlar... Hatta işte Ankara'dan gelen misafirlere ıstakoz ziyafeti verirdik.
Avcılık-Zeytincilik
Çevresi tamamen zeytinlik olan Hereke'de doğudan batıya göçün hızlanmasıyla birlikte "mesken ihtiyacının belirmesi" sonucu zeytinlik olan bölgelerdeki yapılaşma faaliyetlerinin arttığını belirten Cemal Artar "yamaçlardaki zeytinliklerin giderek ortadan kalktığını" ve "plansız inşaatın Hereke'nin tabii güzelliğini bozduğunu" da sözlerine ekliyor.
Bergüzar Doruk da çocukluğunda et yemekleri, yumurta dahil bütün yemeklerin zeytinyağıyla pişirildiğini hatırlıyor.
Dağlarda sülün, keklik, tavşan, domuz, karaca gibi av hayvanlarının bol olduğunu anlatan Ahmet Yumuk sabah istasyona gelindiğinde bir iki tane çuvala sarılmış domuzun İstanbul'a gönderilmek üzere bekletildiğini, orada da Rumlara Ermenilere satıldığını belirterek "bugün artık orman da, av hayvanı da kalmadığını" aktarıyor.
DEMOKRAT PARTİ VE DEĞİŞİM
Particilik
1950 seçimleriyle Demokrat Partinin iktidara gelmesi, Hereke'yi bir yandan particilik, hizipleşme, sendikacılık gibi olguların ortaya Çıkması şeklinde etkilerken bir yandan da karayolunun yapılması ile sadece deniz ve demiryolunun sınırlı olanaklarına bağlı ulaşımın rahatlamasını, ekonomik hayatın da canlanmasını sağlamış.
Müfit Teoman Demokrat Partinin Hereke üzerindeki etkilerini şöyle değerlendiriyor:
Şimdi Demokrat Parti'nin Türkiye'de kuruluşu itibariyle niyetler gayet iyi. çok güzel. Bu biraz da o günkü tek partinin harp içerisinde halka karşı gösterdiği biraz kötü bir intiba var. Bu intibadan dolayı insanlarda bir reaksiyon meydana geldi. Yani bu idare değişsin kabilinden... Ben de bir Demokrat Partiliyim halta Hereke'de ön planda gelen kişilerden idim. fakat bu 50 seçimlerinden sonra Demokrat Parti iktidara geldikten sonra parti idareleri bazı haddini bilmez, kendini bilmez kişilerin eline geçince ahenk bozuldu. Nasıl bozuldu? Kişiler menfaatlerine düştüler... Çok partili hayata dönüştükten sonra artık kişiler birbirlerine karşı husumet beslemeye başladılar, ikilik, üçlük başladı. Sen o partiden ben bu partiden... Bu aşağı yukarı 60'a kadar devam etti. işte 60'da malum ihtilal, arkasından yeni secimler, seçimlerin sonunda gene husumetler, hırlar gürler maalesef insanları birbirine düşman eder duruma getirdi.
Partizanlık hareketlerinin Hereke'de "çok sert" olduğundan bahseden Mümin Pekgirçek "hiç ümit etmediği insanların tezvir ve iftiralarla başlarının derde girdiğini”, kendisine de "Sen Demokratsın, Halk Partililerin evlerine kırmızı tebeşirle işaret koymuşsun, seçimde bunları öldürecekmişsiniz" şeklinde iftirada bulunulduğunu belirtiyor.
Lütfiye Yumuk da "daha ziyade Menderes zamanında Hereke'den o partiye girenlerin çok şımarmış" olduklarını kendilerine "istesek sizi attırabiliriz", "Bu yurdun uzak yerleri de var. oraya da biz istersek gönderttirebiliriz" şeklinde "posta koyduklarını" aktarıyor.
Ahmet Yumuk "benim görüşüme göre Türkiye'yi bölmüştür" dediği particiliğin Hereke'de ki somut örneklerini veriyor:
Gördük Demokrat Partililer o bakkaldan alışveriş ederler. Halk Partililer bu bakkaldan alışveriş ederlerdi. bu kadar bölmüştü. Camiye perde gerilir. bir tarafta Demokratlar bir tarafta Halk Partililer namaz kılarlardı ve Halk Partisi’nden bıkmış gibi görünen bir takım insanlar olmadık iftiralar atarlardı, mesela İnönü'ye Hereke'de "İnönü asker kaçağıdır” diyen, halka “İnönü asker kaçağıdır" diye hitap eden kişi şiddetle alkışlanırdı... Particilik bölmüştür, bana göre hiçbir şey de getirmemiştir, işte bugünkü durum meydanda.
Ekonomi
Hereke'nin "trenden başka sağla solla irtibat tesis edecek bir vasıtasının olmadığı, esnafın şekerinin, pirincinin motorlarla iskeleye "indirildiği". Hereke'de "öyle her türlü şeyin bulunmadığı". "Ekonoma"dan alışveriş yapıldığı, "bakkal dükkanında ayakkabı da çarık da" satıldığı, elektriğin sadece "Sümerbank'a dahil olan yollar ve evlerde" olduğu, "bayramdan bayrama" ya da "ayda alemde" elbise diktirildiği yılları hatırlıyor önce anlatıcılar, Hereke’de ki ekonomik yaşamın hangi evrelerden geçtiği, değişikliklerin nasıl, ne zaman ortaya çıktığı hakkında konuştuğumuzda. Anlatılanlar 1950 öncesi "Sümerbank mensupları”nın devlet tarafından korunup kollandığını gösteriyor.
Demokrat Parti gelince yol açıldığını, daha önce ise "araba maraba" olmadığını belirten Müjgan Pekgirçek "ekonomik durum”u şöyle anlatıyor:
Fabrikanın satış yeri vardı. "Ekonoma"... O zaman kooperatifti, bizden önceki müdürler maaş alırken fişler verirlermiş, kooperatiften alışveriş yapmak için. Hereke'nin içinde de geçerliymis bu fişler ve Yukarı Hereke'de çiftlikler varmış inekler keçiler beslenirmiş, sütler yoğurtlar yapılırmış. bizden önceki Reşat Ağrıboz yaptırmış bunları. Kooperatifleşme vardı, çok güzeldi, biz onu yaşamadık ama kooperatiften alışveriş yaptık, paran varmış yokmuş önemli değildi ve sene sonunda kooperatifteki kârlar da bize dağıtılırdı. Sandığımız vardı, hem işçi ve hem memurun, sıkışınca birer ikişer maaş sandıktan para alırdık, bir iki senede öderdik. O zamanki aldığımız maaşlar hem boğazımıza hem alışverişe, gezmeye yetmezdi. Senede bir kere oradan para alır evimizi düzenlerdik, hiç zorluk olmazdı. Fabrika zaten her şeyimizi temin ederdi. Çamaşır makinesi çıktı, fabrika getirdi toptan, hepimize, isteyenlere verdi; düdüklü tencere çıktı, fabrika getirdi toptan. hepimize verdi.
Demokrat Parti'nin iktidara geçişiyle yaşanan değişimleri Nafiz Üstündağ'ın anlatısında görmek mümkün:
50'den sonra herkeste giyime karşı falan bir merak başladı, yani "giyime karşı merak" derken işte eskiden bayramdan bayrama giyerken, Hereke'de hiçbir giyim eşyası satılmazken, gömlekmiş. kravatmış ayakkabıymış gibi şeyler 50'den sonra satılmaya başladı... Vezüv, Talisman gaz sobaları çıktı. 330 liraydı soba. taksitle satıyorduk Kollu çamaşır makineleri vardı. Nur Elektrik diye, Hoover diye kollu çamaşır makineleri vardı. Dört-beş yüz lira civarında, taksitle satıyorduk ama öyle olmasına rağmen gene halkın alım gücü azdı o zamanlar... Yolla birlikle Hereke’ye canlılık geldi ve taksi çalışmaya haşladı, Hereke'de köylerin arasında minibüs çalışmaya başladı. Eskiden Yukarı Hereke'den Çerkeşli den takriben beş kilometrelik yollardan Hereke’ye çalışmaya geliyorlardı ama herkes yayan gelip yayan gidiyordu. kafileler halinde.
Aynı sözleri Ahmet Yumuk'tan da duymak mümkün:
Ticari, ekonomik hayat... Sümerbank vardı, başka yoktu ki... Bu Çerkeşli, Tavşancıl, Yukarı Hereke hep Sümerbank'a çalışırdı, akşam da fenerle yağmur, kar, kış demeden köylerine yaya olarak dönerlerdi, başka vasıta yoktu.
"Hereke'de tek araba olmadığı" günlerden bahseden Müfit Teoman da "53'den sonra karayolu faaliyete geçince" Hereke'nin biraz daha değiştiğini vurguluyor.
1932'den 1994'e kadar Hereke'de terzilik yapan irfan Akacık ise fabrika müdürü Reşat Bey'e, Ankara'dan gelen milletvekillerine elbise diktiğini, "Ekonoma"da kumaş satıldığını aktarıyor.
"Hereke'nin adıyla ünlü halıları" olduğunu belirten Halil Vardar "Hereke'nin yerlisi her bayan halı yapmasını bilir bu da bir aileye büyük katkıdır" diyerek son yıllarda Hereke'nin ekonomik durumunun diğer kasabalardan iyi olduğunu aktarıyor.
Ahmet Yumuk eskiden beri Sümerbank'ın Halıhanesinde yün halı çıkartıldığını, fakat ipek halının Mehmet isimli bir Kayserili tarafından Hereke'de yaygınlaştırıldığını belirtiyor.
Nafiz Üstündağ da ipek halıcılığın 1960'tan sonra başladığını ve 1975- 1980 seneleri arasında Hereke ve çevresinde tezgâh sayısının 50.000 civarına çıktığını. 1974-75 senelerinde ipek halının metrekaresinin 3500-4000 dolar olduğunu, şimdi ise bu fiyatın 1000 dolara düştüğünü aktarıyor.
Hereke'de "varlık var" deyip "ordan burdan halı için" gelen yabancıların Hereke'yi "öldürdüğü” nü düşünen Serap Özgen de Hereke halkının "evini, bağını, bahçesini satıp burayı terk ettiğini" vurguluyor.
SONUÇ
Hazırladığım bir dönem ödevinde dikkatimi çeken iki noktanın bu çalışmanın başlangıç noktasını oluşturduğunu belirtmiştim. Bunlar Hereke'de 1930’lu yıllardan başlayarak 1950’li yılların başlangıcına değin Sümerbank Fabrikasında çalışanlar ile Sümerbank Fabrikası'nda çalışmayanlar arasında yaşam standartları ve sosyal statü açısından belirgin bir fark olduğu ve Sümerbank çalışanlarının da 1950'lerden itibaren yine yaşam standartları ve sosyal statü bağlamında olumsuz yönde bir değişimi yaşadıkları idi. Bu gözlemin Hereke genelinde doğrulanıp doğrulanamayacağının, doğrulanıyorsa bu değişimin nedenlerini bulmanın da bu çalışmanın ana ekseninde yer aldığını vurgulamıştım.
Anlatılar özellikle Demokrat Parti'nin iktidara geldiği 1950’li yılların başlangıcına değin Sümerbank Fabrikası'nda çalışanlar ile çalışmayanlar arasında yaşam standartları ve sosyal statü farkı bulunduğunu, (elektriğin sadece Sümerbank evlerinde olması, sinema seyredilen günlerin ayrı olması gibi) ayrıca Sümerbank Fabrikası içinde de "memur işçi ayrımı" olduğunu (yemekhanelerinin ayrı olması, sinema günlerinin ayrı olması gibi) ortaya koymakla birlikte 1950’lerden itibaren Sümerbank Fabrikası çalışanlarının yaşamlarında ve sosyal statülerinde olumsuz yönde bir değişim olup olmadığını anlamamızı sağlayacak yeterli bilgiyi vermiyor. Buna görüşme sürelerinin azlığının neden olduğunu, daha uzun süreli ve bugün Sümerbank Fabrikasında çalışan kişileri de kapsayacak görüşmelerle anlamlı bilgiler edinilebileceğini düşünmekteyim. Anlatılarda vurgulanan ise Hereke'nin genel durumunda olumsuz yönde bir değişiklik olduğu... Genelde Hereke'de 1950 sonrasında sanayileşmeye ve buna bağlı olarak göçe dayalı bir nüfus artışı yaşandığını bunun da hem doğaya zarar verdiği hem de "herkesin birbirini tanıdığı", "kapıların kilitlenmediği" günlerdeki sıcak insan ilişkilerini yok ettiği konusunda tüm anlatıcılar birleşiyor. Hereke artık irfan Akacık'ın belirttiği gibi "hepsi 750 nüfuslu" bir "köy" değil, bugünkü nüfus Nafiz Üstündağ'a göre 12.000, Ahmet Yumuk'a göre ise 20.000 civarında.
1930’lu yıllarda nüfusun çoğu Sümerbank Fabrikası'nda çalışır, Sümerbank Fabrikasında çalışmayanlar ise ya balıkçılıkla ya da esnaflıkla "iştigal" ederken bugün Hereke'nin ekonomisi, adım başı karşılaşılan halı satış mağazalarından da anlaşılacağı üzere ipek halıcılığına dayalı.